AVLU

 

Öğle ezanı okunmuştu. Namaz sonrası çarşıdaki camiden cemaat dağılıyordu. Hacı Efendi, hızlı adımlarla kızının evine yürüdü. Avluya girince, soluklanmak için sedire oturdu. O anda dipteki odada Adeviyye Ebe’nin sesi duyuldu:

– Bebek sırt üstü geliyor.

Ebenin sesi Rukiye’nin  haykırışına karıştı. Adeviye ebe odadan çıkarak avludaki sedire yaklaştı. Hacı Efendi’ye:

-Doğum başlamış ama bebek ters geliyor. Rukiye’nin de çok kanaması var. Birşey olursa sorumluluk alamam.

Hacı Efendi, başını iki elinin arasına aldı. Adeviyye Ebe odaya dönerken, Rukiye’nin telaşlı annesi Hüsne Hanım gözyaşları içinde dışarı çıktı. Hacı Efendi’nin yanına oturdu:

-Gelmedi mi ?

Hacı Efendi:

-Haber gönderdim birazdan burada olur.

Hüsne Hanım, kapıda gözlerini silerek,dirayetli bir duruşla odaya girdi. Çok geçmeden Hamza da gelmişti. Rukiye’nin çığlıkları avluda yankılanıyordu. Hamza dipteki odaya doğru koşarken,kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Bir an bile duraksamadan içeri girdi. Ebe çocuğu çevirmek için Rukiye’nin karnına bastırıyor, annesi ise alnındaki terleri siliyordu. Rukiye’nin iri kara gözleri yerinden çıkacak kadar açılıyor ve bir an tamamen kapanıyordu. 

   Hamza, Rukiye ile göz göze geldi. Onu ilk kez ablasının düğününde görmüştü. Orada gönül düşürmüştü. Örülmüş siyah saçları, yeşil pazen elbisesinin üzerine dökülüyordu. Hamza daha on beş yaşındaydı. Rukiye’yi yedi sene beklemişti. Bağlama konusunda maharetli olan Hamza, sevdiğine türküler de yazmıştı. Bağlamasının perdesini şefkatle tutar, tellerini Rukiye’nin saçlarını okşar gibi çalardı. Öyle narin dokunurdu ki tellere dinleyenler mest olurlardı; 

Gece gözlerinin aydınlığı vurdu gönlüme, 

Benzime değen yelde sen varsın. 

Ömrümü dizsem yollarına çul diye, 

Gözümden süzülen yaşta sen varsın.

Anadolu’da ‘birbiri ile değişik’ olarak isimlendirilen bir adet vardı. Hamza’nın ablası, Rukiye’nin abisi ile evliydi. Hamza, askerliğini yapınca Rukiye’yi istemişti. Birbiri ile değişik olarak evlenmişlerdi. Rukiye’nin ilk gebeliği üçüzdü. Ancak hepsi de doğarken ölmüştü. Endişeli geçen hamilelik sürecinden sonra, yine o doğum anına şahitlik edecekti Hamza… 

Girdiğinde odanın havasız olduğunu fark etti. Pencereye yönelip kolunu çevirerek açtı. Kendini toparladı ve dönüp bir tebessüm etti sevdiğine. Gözünü ebeye çevirdi. Bağırış yükselmeye başlayınca Adeviyye Ebe gözü ile işaret ederek:

– Tut Rukiye’yi ! Dedi.

Eli ile bebeği içerde çevirerek bir solukta doğurttu. Bir kaç defa sırtına ve baldırlarına vurarak bebeğı ağlatmaya çalıştı. Ancak bebekten ses çıkmıyordu. Rukiye’nin sancıları bitince takati kalmadı. Baygın bir şekilde yastığa başı düştü. Bebeği boş duran battaniyenin içine saran ebe, Rukiye’nin etrafını topladı. Ardından kanaması ve ağrısı için ilaç bırakarak odadan dışarı çıktı. Kapıda Hacı Efendi’ye selam verdi. Mahzun bir şekilde evden ayrıldı.Ölü doğan bebek için küçük bir kefen hazırladılar. İkindi namazından sonra diğer üç kardeşinin yanına defnettiler. 

Rukiye kendine geldiğinde aklı başından gitmişti. Kabuslar görüyor, sürekli ağlıyor ve konuşmuyordu. Geceleri onun kendine bir şey yapmasından korkan Hamza, Rukiye’nin beline bağladığı bir urganı kendine de bağlamıştı. Gözüne uyku girmiyordu ama olur da dalarsam diye her gece bunu tekrarladı.

Ağlamaktan bitap düştüğü bir gece Rukiye’nin rüyasına bir dede geldi. Dede, dertlerinin biteceğini söylemiş ve ona bir Kur’an-ı Kerim hediye etmişti. Rukiye, sabah uyandığında kendini iyi hissediyordu. Rüyasında gördüğü dedenin vermiş olduğu Kur’an da baş ucundaydı. Aradan altı ay geçtiğinde yeniden hamile olduğunu öğrendi.Doğuma kadar yürekleri ağızlarında beklediler. Doğan erkek bebek gayet sağlıklıydı. Acılarına bir nebze olsun merhem olmuştu. İki yıl aradan sonra bir de ikiz kızları olmuştu. 

Hamza, elektrik ile ilgili her türlü işte mahirdi. Yazları da düğünlerde saz çalar, bu şekilde geçimlerini sağlardı. Saz çalmayı rahmetli babasından öğrenmişti. Babası köy köy gezerek düğünlerde çalgı çalardı. Erken yaşta babasını kaybeden Hamza, evlendikleri sene de annesini kaybetmişti. Abisi Almanya’da yaşıyordu. Rukiye’nin abisi ile evli olan ablası da İstanbul’a taşınmıştı. Hamza, eşine ve çocuklarına sevgisini göstermekten çekinmeyen, evine bağlı bir adamdı. Kocasına sevgi ile bağlı olan Rukiye, evde üç çocuğu ile günlerini geçirirdi. İşten dönüşünde eşini kapıda sevgi ile karşılar, gönlünü hoş ederdi.

Bir gün akşam yemeği için sofraya geçtiklerinde kapı çaldı. Üst mahallede oturan çocukluk arkadaşı Mustafa, eşi Şerife ile beraber gelmişti. Kapıyı Hamza açtı.

Mustafa:

– Selamün aleyküm kardeşim, rahatsız ettik yemek vakti ama konuşmamız gereken şeyler var. Bir gel hele…

Hamza kapının önündeki terliklerini giyerek Mustafa ile beraber avlunun dış kapısına doğru yürüdü. Şerife de eve girdi.

Mustafa:

– Hamza kardeşim ! Biliyorum çok acılar çektiniz. Çok zor zamanlardan geçtiniz. Rukiye bacıma ve çocuklarına ne kadar düşkün olduğunu da en iyi ben bilirim.

Hamza onaylayarak başını öne doğru salladı. Mustafa devam etti:

– Geçen hafta dayımın kızı Gülhan ile görmüşler seni.

Hamza bir anda avlunun ortasında durdu. Hatırlamaya çalıştı. Mustafa’nın bahsettiği o gün, mahallenin bozuk elektrik direğini tamir etmiş ve yeni inmişti. Gülhan elinde bir sürahi ve bardak ile yanına gelmiş, su ikram etmişti. Gülhan genç bir kızdı. Kimin kızı olduğu sordu. En son çocukken gördüğü Gülhan’ı tanıyamamıştı. Bu yüzden aralarında kısa da olsa bir konuşma geçti.

Hamza:

– Evet, hatırladım o günü. Su ikram etmişti. Ben de teşekkür ettim, kimin kızı olduğunu sordum. Tanıyamadım, epey büyümüş…

Mustafa:

– Sizi konuşurken görenler olmuş. Kızın adını çıkarmışlar seninle. Dayımlar baskı yapıyorlarmış. Biliyorum evlisin üç de çocuğun var ama Gülhan’ın da lafı çıkmış bir kere, kimse almaz. Yazık olur garibe.

Hamza, hayretle Mustafa’ya baktı. Duyduklarına inanamadı. Hiçbir şey söylemeden eve doğru yürüdü. Ne yapacağını bilmez bir haldeydi. İçeri giremedi ve sedire oturdu. Yumruklarını sıkarak bir şeyler mırıldanıyordu. 

Mustafa bağırarak:

– Gülhan’ı almazsan günahına girersin kardeşim! Benden söylemesi.

Şerife de bu sırada kapının ağzında ayakkabısını giyiyordu. Onlar avludan çıkarken Hamza da ağır adımlarla eve girdi. Şerife de Rukiye’ye olan biteni anlatmıştı. Hıçkırarak sofrayı toplayan Rukiye, Hamza’nın yüzüne bile bakmıyordu. Evde soğuk bir sessizlik hakimdi. Rukiye, çocukları da alarak erkenden yattı. Hamza eve sığamadı. Kendini avludaki sedire attı. Gece boyunca Mustafa’nın söylediklerini düşündü. Bir sigara sarıyor, bitmeden diğerini hazırlıyor ve arka arkaya yakıyordu. Avluya düşen ayın ışığını seyrederken ne yapacağını düşünüp duruyordu. Arada bir ‘’Hay Allah’ım sen yardım et !‘’ diyordu. Sabah ezanından bir saat sonra, Rukiye çocukları da hazırlayıp kapıyı açtı. Avludaki sedirde Hamza’nın uyuduğunu görünce hiç ses yapmadan evden ayrıldı. Hamza, uyandığında karısının ve çocuklarının evde olmadığını gördü. Rukiye babasının evine yaklaşırken çocukları çarşıya gofret almaya gönderdi. Zor ayakta duruyordu. Evin kapısına gelince derin bir nefes aldı ve kapıyı çaldı. Babası açtı.

Rukiye babasını görünce ağlamaya başladı. Hacı Efendi, kızını bu halde görünce onu hemen içeri aldı. Kapının girişinde bulunan iki iskemlenin birine kızını oturttu. Diğerine de kendi geçti. Rukiye, Şerife’den duyduklarını babasına anlattı. Hacı Efendi kızını dinleyip teskin etmeye çalıştı. Dilerse bugün burada kalabileceğini söyledi ve ekledi:

– Sen biraz dinlen kızım, ben bi Hamza ile konuşayım. İşin aslına bakayım.

 

   Hacı Efendi, bahçedeki çeşmeden abdest almaya giderken, kızından haberi olmayan Hüsne Hanım elinde bir leğen kabak çiçeğiyle eve gelmişti. İçeri girerken besmele çekti. Kapının girişinde, gözleri kan çanağı olmuş kızını gördü. Dizinin dibine çöktü ve gözlerinin içine baktı. Bir kaç dakika durdu. Sonra kalkarak bir bardak su getirdi. Biraz sakinleşmiş olan Rukiye baştan her şeyi annesiyle de paylaştı. Hüsne hanım bir iki defa dizlerine vurdu. Sonra sakinliğini korumaya çalışarak ayağa kalktı.

– Hacı Efendi bir konuşsun hele…

Biraz durakladıktan sonra:

– Çocuklar nerede ?

Rukiye başı ile göstererek:

– Çarşıya gönderdim. Beni bu halde görsünler istemedim.

Hüsne Hanım:

– Hadi kalk, bi elini yüzünü yıka onlar gelmeden.

Rukiye evin kapısından çıkarken, iç çeken annesi çiçek dolu kovayı alarak mutfağa geçti. 

Abdestten sonra eve hiç uğramadan çarşıya inen Hacı Efendi bir iki tanıdıkla konuşup Hamza’nın nerede olduğunu sordu. Yeni yapılan belediye binasının elektriğini döşediğini öğrendi. Ağır adımlarla belediye binasına doğru yürüdü. Damadını birlikte çalıştığı arkadaşlarına sordu.Aralarından biri ’’ Üçüncü katta o Hacı amca ‘’ dedi. Yaşı altmış üçe dayanmış Hacı Efendi merdivenlerden çıkarak damadının olduğu kata geldi.

– Hamza oğlum, diye seslendi.

Hamza kayınbabasının sesini duyar duymaz büyük bir heyecan ve endişe ile yanına geldi. Elini tutarak son bir iki basamağı çıkmasına yardım etti. Hamza’nın bir taburesi vardı. Yanında kartonları üst üste koyarak yaptığı bir de sehpası. Bir şişe su, kuru ekmek ve bir iki de domates sehpadaki gazetenin üstünde duruyordu. Hacı Efendi tabureye oturdu. Biraz soluklandı. Bir bardak su istedi.

– Oğlum ! Sabah Rukiye geldi. Çocukları da getirdi. Bir şeylerden bahsetti. Yan gözle baktığına ihtimal vermem, namuslu bir delikanlı olduğunu bilirim. İşin aslını öğrenmeye geldim.

Hamza mahzun bir şekilde kayınpederinin eline yapıştı:

– Ağa babam benim anam, babam yok bilirsin. Bir ablam var senin gelinin, bir de abim var yıllardır görmedim. Rukiye ve çocuklarım… Başka da kimsem yok. Onları da ele güne muhtaç etmem. Kendim çalışır kendim kazanırım, elimden geleni ardıma koymam.

Hacı Efendi damadını başı ile onaylar.

Hamza:

-Rukiye sana nasıl anlattı bilmem… Bir dedikodu çıkarmışlar. Kızcağız bana su getirmiş. İçmiş bulundum. Konu komşu da benim yanımda görmüş bana yakıştırmış. Bir laf etmiş birisi, diğerleri de peşine düşmüş.

Hacı Efendi sakalını sıvazladı. Hamza’nın gözlerine bakarak:

– Bunun böyle olması kötü olmuş evladım.

Hamza devam etmek istercesine konuşmaya atıldı ama bir an duraksadı ve kekeledi.

– Ağa babam, dün kızın dayısının oğlu Mustafa geldi;‘’ mahalleli laf söz ediyor, dayımlar da baskı yapıyor, kıza günah, yazık’’  dedi.

Hamza hıçkırıklara boğuldu. Hacı Efendi sükunet göstererek onun omzunu tuttu. Hamza’nın iftiraya uğradığını anlamıştı,çaresizdi. Damadına yapacak birşey yok dese kızı yanacaktı. Böyle de elin kızına yazık olacaktı. Hacı Efendi:

– Allah büyüktür. Bakalım mevla neyler, neylerse güzel eyler. Bana müsade…

Merdivenlerden inmeden döndü:

– Rukiye bir kaç gün bizde kalsın. Sende bir sakin kafa ile düşün oğlum.

Akşam namazından sonra eve dönen Hacı Efendi, kızına ne diyeceğini düşündü durdu. Yemekte çocuklarla konuşup hoşça sohbet etti. Rukiye yemeğe gelmek istememişti. İki ölü doğum, dört ölmüş çocuk ve ardından da iki doğum daha yapmış bedeni zaten oldukça zayıftı. Hüsne Hanım, kızına kıyamasa da iştahının olmayışını da anlayışla karşılıyordu. En sevdiği çiçek dolmasına bile yanaşmamıştı. Torunlarının karnını doyurdu, döşeklerini serdi. Yatsı ezanı okunurken de ortalığı toplayarak odasına çekildi. Hacı Efendi’nin yanına oturup:

-Biz ne yapacağız şimdi efendi.

Hacı Efendi:

– Her şeyin bir sebebi, sebebin de yaradanı vardır. Hamza, Gülhan ile evlense de evlenmese de Rukiye ile mutlu olamayacaklar. Çünkü böyle laflar pisliğe benzer. İnsanlar günden güne bu pisliği eşeleyecekler ve illaki her yerde kokacak. En iyisi sabahleyin Rukiye ile konuşmak.

Hüsne Hanım:

-Haklısın efendi, yarın bu meseleyi kızla enine boyuna konuşalım.

Hacı Efendi döşeğe uzanarak gözlerini tavana dikti. Bir müddet daha düşündükten  sonra uykuya daldı. 

Sessiz gecenin içinde kaybolduğunu hisseden Rukiye, sevdiği adamı düşünüyordu.  Kendisine senelerce bakan, çilelerinin de sevinçlerinin de yoldaşı olan adamı… Şimdi onu kendisinden oldukça genç olan bir kızla mı paylaşacaktı ? Bunu düşünmek bile aklını yitirmesine sebep olacak gibiydi. Uzun müddet cam kenarından, sokağı hafifçe aydınlatan, lambaya baktı. ‘’ Direk ha, elektrik direği, ciğeri yanasıca ! ’’ diye içinden geçirdi. Sonra bir anda ağzından çıkan bu söze pişman olarak tövbe etti. Halsiz bedeni ve yorgun gözleri uyumak istiyordu. 

Sabahın ilk ışıklarında Hüsne Hanım, elindeki bir kova su ile bahçedeki gülleri suladı. Torunları uyanınca da onlara birer bazlama yaptı. Hacı Efendi sabah namazından sonra Kırıkkale’ye doğru yola çıkmıştı. Rukiye, yatağından kalkarak etrafı toparladı. Bahçeye annesinin yanına çıktı:

-Hayırlı sabahlar anne, babamı göremedim. Evde yok mu ?

Hüsne Hanım:

-Kızım baban sabah erkenden çıktı. Bakliyat tırı arızalanmış.

Rukiye:

-Babam Hamza ile konuşmuş mu ?

— Evet kızım, damat olanları anlatmış, hem de sana anlatılanın aynını anlatmış.

-Biliyorum ki yanlış anlamadım. Ama içim yanıyor anne. Ben buna nasıl dayanırım?

–Sabredeceksin kızım. Hem siz abinle birbiriyle değişik evlendiniz. Eğer sizin yuvanız dağılırsa onlarınki de dağılacaktır.

Rukiye bunu hiç düşünmediğini fark etti. Bir an duraksadı, gözleri uzaklara daldı. Bir karar vermeliydi. Ya kendini yakacaktı ya da iki yuvanın birlikte katili olacaktı.

-Haklısın anne, ben bugün eve döneyim. Çocuklar evi özlerler, sorup durmasınlar…

Akşam babası dönmeden çocukları da alıp evine döndü. Hamza, evin ışığını görünce bir an sevindi. Ama içini de bir hüzün kapladı. Rukiye’nin yüzüne nasıl bakacak,onun üstüne nasıl kuma getirecekti ? Kendini bir süre sorguladıktan sonra evin kapısına vardı. Avlunun eski demir kapısını kendine çekerek anahtarı çevirdi. Kapının sesini duyan Rukiye, ışığı kapatarak yatağına yattı. Evin içine giren Hamza, üstünü değiştirirken ışığı açmadı. Gidip Rukiye’nin yanına uzandı. Karanlıkta dönüp baktı sevdiğine. Saçlarındaki bilikleri çözmemişti. Derin bir nefes çekti içine. Sonra uykuya daldı.

 Hamza mutfaktan gelen sesleri duyunca uyandı. Yatağı alelade toplayıp üstünü giyindi. Mutfak, odanın içinde bir tezgahtan ibaretti. Yere serili sofrayı sedirin altında saklarlardı. Rukiye tezgahta çörek keserken, Hamza ardına yanaştı. Çocuklar babalarının bacaklarına sarıldı.
İkizlerden biraz kısa ve siyah saçlı olanı, babasının bacağından ayrılmadı. Kızını kucağına alan Hamza,öptü ve kokladı. ‘’Yemeğiniz bittiyse size para vereyim de kendinize Çokomel alın’’ dedi. Oğlu Yusuf hemen ayaklandı. ‘’Hadi kızlar, acele edin ! Duran Amca dükkanı açmıştır’’ dedi ve kardeşlerini sofradan kaldırıp ayakkabılarını giymeleri için yardım etti.

Hamza:

-Kara gözlü dilberim. Ben senin üstüne gül koklamam. Ancak elalemin bunca lafını da kaldıramam. Benim niyetim temizdi. Kimsin necisin diye sormuş bulundum. Birilerinin bizi gözetlediğini düşünmedim.

Sesinde titreme ve ağlamaklı bir bekleyiş vardı. İstedi ki Rukiye de bir iki kelam etsin. Ama o sessizdi. Sessiz kalmayı tercih etti. 

Uzun süre konuşmadı Rukiye. Yemeğini pişirdi, çocukları ile ilgilendi. Eşyaları yıkadı. Hamza ne istedi ise yaptı. Ancak bir kelam dahi etmedi. Birkaç hafta sonra Hamza, Şerife ile Gülhan’ın annesine haber gönderdi. Düğün yapmayacak, hükümet nikahı ile evlenecekti. Hamza istemeye, Mustafa ve Şerife’yle gitti. Kızın annesi Hamza’nın üzerine olan iki tarladan birini mehir olarak istedi. Hamza da buna razı geldi. 

Avlunun içinde bir tarafı ocak ve sobadan oluşan iki tane oda vardı. Hamza, Gülhan için bu odalardan birini hazırlamak istiyordu. Rukiye’ ye sordu, yine sessizlik cevabını alınca, boş olan odaya; yatak, küçük bir gardrop ve bir tane de çekyat koyarak hazırladı.  Çocuklara da iyice tembih etti. Gülhan’ a abla diyeceklerdi. Onlar daha ufak oldukları için durumun farkında değillerdi. Hamza, Gülhan’ı önce belediyeye götürdü, nikahları kıyıldı. Sonra da çarşıya giderek ihtiyaçlarını aldı. Elleri kolları dolu şekilde avluya girdiler. Daha önce çeyizinin geldiği odaya çekildiler. 

Akşam üzeri Hamza, Rukiye ve çocukların yanına çıktı. Çocuklarla biraz sohbet ettikten sonra odaya geçerek, üstünü değiştirdi. Ardından tekrar Gülhan’ın yanına geçti. Rukiye’nin içi içini kemiriyordu. Aklını kaybetmemek için dualar etti. Üç ay boyunca işi olmadıkça kapısının önüne bile çıkmadı. Bir sabah mutfağın penceresinden bakarken, Hamza’nın avludaki çeşmede Gülhan’ın yüzünü yıkadığını gördü. Merak içinde evin kapısına koştu. Hamza, çeşmenin başında birden yere yığılan Gülhan’ı kucağına alarak sedire taşıdı.   Beti benzi atmış şekilde sedirde uzanan Gülhan, hamileydi.

Günler günleri kovalarken avludaki odaya bir kat daha çıktı Hamza. İçine bir mutfak bir de küçük banyo koydurdu. Gülhan’a haftada iki defa alışveriş yapıyordu. İşten kalan zamanının büyük bir çoğunluğunu Gülhan’a ayırmaya başlamıştı. Haftanın dört-beş gününü onunla geçirirken, Rukiye’yi oldukça ihmal etmişti. Rukiye iyice bilenmişti. Takati kalmamıştı artık. Hamza eskisi gibi kendisiyle konuşmuyor, yaptığından pişmanlık değil de gurur duyuyormuş gibi davranıyordu. Üstüne bir de Gülhan’ın hamileliği gelmişti. Bir başka ilgileniyor, bir başka memnun etmeye çalışıyordu. 

Bir gece Hamza, Gülhan ile kalırken, Rukiye avludaki odanın önünde bulunan sobanın yandığını gördü. Bir hışım ile evden çıktı ve odaya yöneldi. Sobanın üstündeki güğümü alıp yere fırlattı. İçeriden gelen gülme sesleri bıçak gibi kesilmişti. Hamza kapıdan çıkarak sobanın yanına doğru ilerledi. Yerde kaynar suyun buharını gördü. Bir de kaskatı kesilmiş suratı ile Rukiye’yi. ‘’Sen ne yaptığını sanıyorsun !’’ diyerek yüzüne bir tokat geçirdi. Yere düşen Rukiye’nin yüzü kanlar içinde kalmıştı. Dişinin biri yerinden oynamış, ağzı kan ile dolmuştu. Hamza :

-Kıskançlığın alemi yok. Şimdiye kadar sustun, şimdiden sonra da sus!

diyerek odaya geri döndü. 

Şimdiye kadar Hamza’nın bu yüzünü hiç görmemiş olan Rukiye acı içinde yerden doğruldu. Hem canı yanıyordu hem de içi…Odasına çıktı,elini yüzüne temizledi, üstünü değiştirdi. Sessizce yatağına girdi. Hıçkırıklarını çocuklar duymasın diye ağzına yastığını bastırdı. 

Hamza, Rukiye’ye artık eskisi kadar sık uğramıyordu. İşten dönünce kapısını kendi açıyor, üzerine değiştiriyor, çocukları ile sohbet edip çıkıyordu. Gülhan doğum yapmıştı. Hamza’nın bir kızı daha olmuştu. Bir kaç gün sonra Rukiye avluda çamaşırları yıkarken, odanın penceresinden kucağında kızı ile Hamza’yı gördü. Gülhan da yeni ayaklanmıştı. Gelip bebeği ve Hamza’yı kucakladı. Pencereden onların bu mutlu halini gören Rukiye, kıyafet dolu kaynar kazanı takla getirdi. Ses öyle yankılı çıktı ki Hamza’nın kucağındaki bebek irkilerek ağlamaya başladı. Hamza, hışımla odadan çıkıp, ağlayan bebeğini kapıda Gülhan’ın kucağına verdi. ‘’ Sen içeri gir’’ dedi. Rukiye’yi epey azarladı. ‘’Bıktım senin kıskançlığından! ’’ diyerek bağırıyordu.

Hamza artık her ufak yada büyük kıskançlığında Rukiye’yi hırpalıyordu. Rukiye kimi zaman babasına sığınıyor,kimi zaman da evinde sessizliğe gömülüyordu. Annesi Hüsne Hanım çok sakin ve zarif bir kadındı. Kızının bu hallerine yüreği dayanmaz olmuştu. Çoğu zaman yüzündeki kanları temizlerken kızı ile beraber ağlar ve ‘’Ciğeri yansın!’’ diye beddua ederdi. Ne çekip alabilirdi o evden kızını ne de damadına diyecek iki kelam sözü vardı. Oğlunun yuvasının bozulmasına göz yumamazdı. Ama kızına da yüreği dayanmıyordu. Bu durumu Hacı Efendi’den bir süre sakladılar. Ama sonraları onun da haberi olmuştu. Bir kaç kez damadını uyardı. Ancak Hamza artık iyice zıvanadan çıkmıştı. Kendisinden beklenmeyecek hareketler gösteriyordu.

Rukiye bazı zamanlarda eli yüzü kan içinde annesine koşarken, Hüsne Hanım’ın kapı komşusu İrfaniye Teyze ‘’ gel buraya’’ diyerek onu kendi evine çekerdi. ‘’ Anneni yüreksiz koydun. Kadın bu hallerini göre göre verem olacak.’’ derdi. Bir gün yine İrfaniye Teyze’nin evine giden Rukiye gözyaşları içinde yakınıyordu:

-Bir akıl, bir fikir ver İrfaniye Teyze. Artık dayanacak gücüm kalmadı. Çocuklar her gün beni böyle görmekten yıldılar. Küçük de değiller. Büyük olan on beş oldu bu sene. Ne yapayım ne edeyim bilemiyorum.

İrfaniye Teyze çok bilge bir kadın değildi. Üstelik oldukça dedikodu meraklısıydı. İki oğlu Almanya’ya işçi gidince yapayalnız kalmıştı.

-Sen de Gülhan’ı canından bezdir. Ne de olsa Hamza gündüz yok. O idi bu idi gönder çocukları başına. O da yılsın, kalkıp gitsin başka yere. En azından gözün görmez yavrum. İçin soğur biraz.

Rukiye’ye mantıklı gelse de evlatlarının Gülhan’a alışmasını da istemiyordu. ‘’Bir düşüneyim’’ dedi. Zar zor yerinden kalktı ve ağır adımlarla evine doğru yol aldı.

İki hafta sonra bir akşam Hamza eve geldiğinde hava hala kararmamıştı. Küçük kızını sevmek için önce Gülhan’a uğramak istedi. Gülhan öyle yorgun karşıladı ki onu ‘’ Neyin var ?’’ diyerek kollarından tutup içerideki sedire kadar Gülhan’a eşlik etti. 

Gülhan:

-Rukiye tüm gün temizlik yaptı. Bebeleri de benim başıma göndermiş. Gidin kardeşinizi sevin demiş. Sorun değil çocuklar girin, dedim. Senin aldığın çerezlerden koydum. Bir anda birbirlerine atmaya başladılar. Sediri bozdular. Yatağın üstünde yuvarlandılar. Bir daha eve almam onları…

Gülhan, epey yorulmuş, ayaklarını uzatarak sedirde uyumak istediğini söylemişti. 

Hamza bu sefer eline avluyu süpürdükleri süpürgenin uzun demir sapını aldı.

-Rukiye! Rukiye diyorum, çık çabuk avluya… Rukiye!

  Bağırışları duyan Rukiye, dışarı çıktı. Hamza elindeki süpürge sapı ile Rukiye’ye vurmaya başladı. Rukiye’nin omurgasında kırıklar oluşmuştu. Acil olarak, ilçe hastanesine, oradan da il hastanesine kaldırıldı. Omurgası zedelenmişti. Doktor elinden gelen müdahaleyi yaptığını, yürümesinde sıkıntı olmayacağını ancak belinin biraz bükük kalabileceğini söyledi. Hamza hastane çıkışında Rukiye’nin yüzüne bile bakmadı. Eve geldiler. Rukiye’yi kapıda karşılayan çocuklar, annelerinin koluna girerek eve kadar eşlik ettiler. Büyük oğlu, babasına çok bilenmişti. Yüzüne bile bakmadı. Bu durum Hamza’nın dikkatini çekse de çok üstünde durmadı. 

Bir iki ay sonra Gülhan’nin yeniden hamile olduğunu öğrenen Hamza, evin karşısındaki abisinin arsasına, inşaat başlattı. Kazandıkça malzemelerini alıyordu. Gülhan için iki odası bir mutfağı olan, tuvaleti ve banyosu içinde bir ev yaptırdı. Gülhan ikinci çocuğunu bu evde dünyaya getirdi. Artık Rukiye avlunun kapısını açmıyor ve Gülhan’la Hamza’yı yanyana görmüyordu. Zaten beli de iyice bükülmüştü.

Bir işi veya ihtiyacı olduğu zaman Hacı Efendi kızının yardımına koşuyordu. Bir gün kızına pazardan erzak almıştı. Bırakmak için evine geldi. Avludan içeri girdiğinde Rukiye’nin sedirde oturduğunu gördü. Rukiye oğluna seslenerek dedesinin elindekileri almasını söyledi. Kendisi de bükük beli ile ağır ağır yürüyerek, babasına ayran yapmak için, mutfağa geçti. Hacı Efendi,sedire oturdu. Hamza evden birşeyler almak için avludan içeri girdi.

-Selamün aleyküm ağa baba, nasılsın?

–Aleyküm selam evladım. Çok şükür,elhamdülillah. Seni gördüğüm iyi oldu. Gel otur yanıma hele…

Hamza sedire oturdu. Hacı Efendi:

-Evladım, bugüne kadar senin kapına gelmedim. Kızımı çekip almadım. Ama bak ne hale koydun bizi. Hem evlatlarına, hem karına neler ettin. Biz seni böyle bilmezdik. Sen delikanlı adamdın. Kalbin genişdi. Ama gönlünü daralttın. Kızım kıskançlık etti, sen hoşgöreyim, onu da kucaklayayım demedin.

Hamza:

-Ağa baba, üstüme çok geldi. Bende böyle olsun istemedim. Ama artık Gülhan’dan da çocuklarım var. Ben zaten çok çalışıyorum, iki eve de zar zor yetişiyorum.  Diyerek kendini savundu.

Hacı Efendi:

-Evladım, çok dedik sana. Dayanamıyor Rukiye, biraz götürelim az içi soğusun, geri gelir dedik.

Hamza cevap vermeden yere doğru eğilerek ayakkabılarını düzeltti. Hacı Efendi:

-İstemedin. Yapma dedik dinlemedin. Şimdi haline bak, hem kendini hem Rukiye’yi perişan ettin.

Hacı Efendi söylediklerinin bir işe yaramayacağını biliyordu. Hamza, kendini haklı gördüğü gibi pişman olmadığını da her hareketi ile belli ediyordu. Rukiye ayranı kızıyla gönderdi. Kendi de az sonra kapıda göründü. Hamza müsaade isteyerek avludan alacaklarını aldı ve biraz sonra çıkıp gitti. Rukiye babasının gözlerine bakamıyordu. Kendini hem garip hem de mahcup hissediyordu. Hacı Efendi ayranı içti. Torunları ile biraz sohbet etti ve ikindi namazını kılmak için evden ayrılarak camiye gitti.    

Rukiye iki büklüm hali ile evin işlerini yapıyordu. Her sabah çocuklarını hazırlayıp okula gönderiyordu. İşi olmadıkça da avludan dışarıya adımını atmıyordu. Bir gün sobayı yakmış ve güğümleri zor güç sobanın üstüne koymuştu. Çocukların kıyafetlerini tek tek yıkarken bir bağırtı duyuldu. Evin önüne koşan kalabalığın ayak seslerini işitince ağır ağır doğruldu oturduğu yerden. Avlunun kapısına yürüdü. Kapıyı açtığında Gülhan’ın bir çığlıkla sokağın başına doğru koştuğunu gördü. ‘’Hamza! Hamzam!’’ Sokaktaki evlere elektrik veren direğe ilişti gözü. Bir pantolon parçası gördü. Hamza’nın iş pantolonuydu. Yüreği yerinden çıkacak gibiydi. Gülhan gibi o da bir feryat kopardı. ‘’ Hamza! Hamza…’’ 

Ağır ağır toplanan kalabalığa doğru ilerledi. Yerde yatan kocasını gördü. Gülhan başına eğilmiş ağlıyordu. Kendi de insanların arasından geçerek Hamza’nın başucuna ilişti. Gözleri hareket ediyordu ama bedeni tir tir titriyordu. Elektrik tellerini bağlarken kaçak olduğunu farketmeyen Hamza akıma tutulmuştu. Kendini tutamayarak yere çakılmıştı. 

Bir Toros araba kalabalığa doğru yaklaştı. İçinden Rukiye’nin babası ve işçisi çıktılar. Kalabalık apar topar Hamza’yı kucaklayıp arabaya koymak istedi. Hacı Efendi kızı ile göz göze geldi. Arabanın kapısını açan işçisi hemen direksiyona geçti. Hacı Efendi: ‘’Rukiye sen eve dön ben seni haberdar edeceğim ‘’ dedi. Ön koltuğa da o geçti ve hızla ilçe hastanesine doğru yola koyuldular. Hamza bir süre nefes aldı. Derinden bir inleme sesi geldi. Sonunda gözlerini kapattı. Son nefesini vermişti. Hastaneye vardılar. Hamza’nın cansız bedenini bir odaya aldılar. Az sonra doktor odadan dışarı çıkarak ”başınız sağolsun” dedi. ” Elektrik akımı ciğerlerini yakmış ” diye de ekledi. Hacı Efendi, yere yığıldı kaldı. İşçisi ve az önce içeri giren Hamza’nın iş arkadaşları, Hacı Efendi’yi bir iskemleye oturttular. Herkes çok üzgündü, ağlıyorlardı. Birkaç saat sonra Hacı Efendi defin işlemlerini halletmek üzere hastaneden ayrıldı. 

Hüsne Hanım, haberi alır almaz kızının yanına gitmişti. Avludan içeriye girince , Gülhan’ı eski odasının önünde ağlarken gördü. Sonra sedirde oturan Rukiye ve çocukların yanına yöneldi. Kızını bağrına bastı. Torunlarının başını okşadı. ‘’Başımız sağ olsun kızım’’ dedi. Rukiye hıçkırıklara boğuldu. Bunu gören Gülhan da feryat ederek ağlamaya başladı. Kapıdaki komşular avluya girdiler. Az sonra Gülhan’ın ailesi de gelmişti. 

Defin işlemlerini halleden Hacı Efendi, kızının evine doğru yol aldı. Avludan çocukların ve kadınların ağlama sesleri duyuluyordu. Avlunun kapısında bir an durup ağlayan kızının gözlerine baktı. Başını öne eğerek sakalını sıvazladı. Mahzundu. Yüzü hüzün doluydu. Hacı Efendi kızının yanına gelip onu bağrına bastı. Çocuklar da dedelerine sarıldılar.‘’Takdiri ilahi buymuş kızım’’ ‘’İnna lillah ve inna ileyhi raciun’’ diyerek kızının gözyaşlarını sildi. Gülhan baygın bir halde ailesinin kollarında kaldı. Hüsne Hanım ve Hacı Efendi o geceyi Rukiye’nin ve torunlarının yanında geçirdiler. 

Hüsne hanım sabah erkenden kalkarak avluyu, taziyeye gelenler için düzenledi. Hacı Efendi de Hamza’nın hayrına dağıtmak için yiyecek ayarlamaya çarşıya indi. Rukiye, avluya çıktı. Bitkin gözüküyordu, zar zor sedire oturdu. Kapıyı açık gören Gülhan, çocuklarıyla beraber, avlunun bir köşesine geçti. Küçük oğlu kucağındaydı. Gözleri uykusuzluktan ve ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Çocuklar garip garip avluda dolandılar.

Öğle ezanının ardından Hamza’nın selası duyuldu. Komşular da Kur’an okumak için avluya gelmişlerdi. Gülhan’ın kızı, babasının adını duyunca ağlamaya başladı. Rukiye’nin ikizleri onu alıp evin içine götürdüler. Hamza dünyadan göçüp gitmişti. Avlusunda iki oğlu, üç kızı, iki de karısı kaldı. Ne sevinçler ne kavgalar ne acılara şahitlik etmişti bu avlu…

Bir iki ay geçmişti aradan. Rukiye bir gün avluya çıktı ve sedire oturdu. Kapının girişinden, Gülhan’ın kaldığı odaya, oradan da çamaşırları astığı kerpiç duvara bakarak bir iç çekti. Hanelerin ruhu idi insanlar. Sevgi içer,huzur kokarlardı. Rukiye, sevgi dolu bir evde büyümüş, evliliğinin ilk zamanlarında evine de bunu taşımıştı. Mutlu oldukları nice anılar yaşadılar burada, hüzünlerini paylaştılar el ele, diz dize… Zamanın içinde kendilerine yer edindiler.

Sevdiğine yakaran bir kadın vardı bu avluda. Çocuklarını sevgi ile büyüten bir anne. Onca güzel anıdan sonra her gün Hamza’yı Gülhan’la görmek ağır geldi Rukiye’ye… Gözyaşlarıyla yıkadı avluyu çok kere… Hamza,saçına dokunmaya kıyamadığı sevdiğinin, çok ahını almıştı. Rukiye’nin aklına annesinin “Ciğeri yansın!” dediği gün geldi. Hıçkırıklara boğuldu bir anda… Çok tövbe etti. Çok af diledi Allah’tan. Ama masumdu ve mahzundu yüreği. Onun ahı tutmadı belki, ama ahını yerde koymayan Allah’tı. Günlerce ve gecelerce güzel ve hayır dualar ederek andı Hamza’yı…

Gülhan ise Hamza’yı kaybettikten sonra, onun binbir emekle yaptırdığı eve giremedi. Zaten hiç yüzü gülmedi. Çocuklarını alarak baba evine döndü. Rukiye, dinmeyen gözyaşı ile ömrünü o evde geçirdi. Evlatlarını evlendirdi, torunlarını sevdi. Avludan her çıkışında sokağın başındaki elektrik direğine gözünü dikti. Bir ‘’Ahh’’ çekti. Yoluna devam etti.

 

Bir Cevap Yazın