“DENYO”LARIN MİTOZU

Simülasyona bağımlı bir çağın dijital platformunda yayımlanan “Azizler” filmi üzerine bir deneme…

Çoğu insan bu filmi izledikten sonra “Beğenmedim, sıkıcıydı, saçmaydı, …” gibi cümleler kuracaktır, filmi değersizleştirmek isteyecektir. Çünkü, toplumsal bir hiper-ayna rolündeki bu film seyircide bir tokat etkisi yaratabilir. İzleyen kişi hayatın sıkıcı rutinini, belki de kendi konumunu; gerçeklerden beslenen, abartılı eylemler barındıran bir senaryoda gördüğünde bilinci, filme karşı antikor üretecektir. Böylece “Aziziler” filmi kalıplaşmış değer yargılarına maruz kalacak ve kolektif bilinç tarafından “kötü” sıfatına layık olarak görülecektir.

Erbil, Kafka’nın “Dönüşüm” yapıtındaki Samsa’yla (hamam böceği) özdeşleştirebileceğimiz bir karakterdir. Buzdolabının üstünde asılı olan, ölmüş karısının resmi ve çalıştığı şirketteki kadın patron figürü Samsa’nın odasında kalan son tabloyu bize anımsatabilir. Ona ait olan son kalıntılar bunlardır. Yaşamdan ölüme doğru yol alan yalnız bir adamdır. Samsa gibi o da konuşur, yakınır ama hiç kimse onu duymaz; o artık “bilinç akışı”yla baş başa kalmıştır. Erbil toplum için zaten ölmüştür sadece fiziksel olarak ölümü beklemektedir. Erbil’le az da olsa ilgilenen Aziz post-truth çağının kaosundan, yabancılaşan insan figürlerinden bıkmıştır. Erbil’in yalnızlıkla çevrelenmiş, ölüme yaklaşan sözde yaşamı Aziz için bir kurtuluştur. İş yerinde çalışma arkadaşlarıyla ilişkiler kuramaması, sevgilisiyle sürdüremediği birliktelik ve rolleri değişmiş bireylerden oluşan bir aile Aziz’i, Erbil’in sefil yaşamına özendirmiştir. Sevgilisi kolye gibi metaların varlığı üzerine bir ilişki kurmaya çalışmaktadır. İş yerindeki patronu Alp “Big Brother” rolünü üstlenmiş, çağımızın “stalker” ifadesinin üst versiyonu olan bir adamdır. Parayla partilerine insan çağırır ve kalabalık görüntüsü içinde yalnızlık yaşar. Aziz’in yalnız kaldığı zamanlarda yaptıklarını inceler ve belgeler. Çünkü Alp “benliği” unutmuş, kendini sadece “öteki”ye kaptırmıştır. Aziz’in “ben”lik sevgisi Alp için hatta kendi iç sesine yabancılaşan günümüz toplumu için rastlanılması güç ve enteresan bir olay olarak yorumlanır. Aziz’in iş arkadaşı Cevdet, Albert Camus’nun “Yabancı”sının somutlaşmış ve Sisifos Söylemi ile harmanlanmış hali gibidir. İş-ev-yemek rutini içinde pişmanlık duymadan ve etrafındakilerle iletişim kurmadan yaşayan “sözde canlı” bir varlıktır. Duygulardan ve sorgulamadan arındırılmış bir zihne sahiptir ve bu yüzden de film boyunca Cevdet’te jest ve mimiklere pek rastlanmaz. Aziz’in yeğeni Caner, evin yöneticisi olarak karşımıza çıkar. Annesi ve babası oğullarından korkmakta ve ona boyun eğmektedir. “Büyümüş de küçülmüş” tabiriyle ifade edebileceğimiz bu çocuk bir psikoloğa götürülür ama bu sahne daha da ironiktir: Psikolog, Caner’in erken yaşta “denyo” olduğunu söyler. Mesleklere bile nüfuz eden yabancılaşma, terimlerin uğradığı değişimler bu sahnede bize vurgulanır.

Sibernetik çağda artık insanoğlu “denyo”luk rolünü üstlenmiştir ve yeni nesil de maalesef Caner gibi bu hastalığa çocuklukta yakalanmaktadır.

Maral Abahuni

Bir Cevap Yazın